TARSUS …… .
KÜLTÜREL ZENGİNLİKLERİ, FOLKLORU ve EL SANATLARI
TARSUS’TA DOKUMACILIK
İlçemiz coğrafi bakımdan çeşitlilik arz eden bir yerdir. Dağı, ovası ve denizi ile bütünleşmiş, tarihi özellikleri ile zenginleşmiş güzel yurt köşelerimizdendir.
Geçmişte çeşitli uygarlıkları barındırmış, günümüzde çalışma sahalarının (Sanayi–Tarım) geniş olması nedeniyle çeşitli yörelerde yaşayan insanların gelip ilçemizi yurt edinmelerine sebep olmuştur. Kültür etkileşiminin yoğun olduğu böyle bir yerde ilçemize has el sanatları ile uğraşı her geçen gün biraz daha azalmakla birlikte devam etmektedir.
Tarsus’un köylerinde dokumacılık ve el sanatları geçmişe oranla daha az yapılmaktadır. Araştırmalarımız sırasında el sanatları ve dokumacılığın neden azaldığını sorduğumuzda, yöre insanlarının verdiği cevap; maliyetin arttığı ve fabrikasyon işlerin daha ucuz mal olduğu şeklindedir.
Dokumacılık, çulfalık ve ıstar denen tezgahlarda yapılmaktadır. Bu tezgahlar kırsal kesimlerdeki köylerimizde yaygın olmakla beraber her geçen gün biraz daha azalmaktadır. Kilim dokuma konusunda yapılan araştırma sonunda aşağıda birkaç örneğini vereceğimiz köylerin çalışmaları ilçemizin bu konudaki durumunu belirtir kanaatindeyiz. Örneğin; ilçemiz merkezine 30 km. uzaklıkta olan Egemen köyünde kilim dokuma işlemi, desen, renk, kullanılan malzeme ve dokuma tekniği bakımından kendine has özellikler arz eder.
Geçmişte hayvancılıkla geçimini sağlayan bu köyün insanları bu gün çiftçilikle, sebze yetiştirmekle hayatlarını kazanmaktadırlar. Bunun yanısıra koyun ve keçi besiciliği ile de uğraşılmaktadır. Her evde kilim dokuma tezgah bulunmasa da bazı evlerde kurulmuş tezgah başında oturmuş kilim dokumakta olan kadınları görmek mümkün.
Kız çeyizlerinde kilim yastıklar, kilim heybeler, kilim çuvallar, seccadeler, duvar kilimleri, kilim paspaslar, kilim minderler ve odalarda -yere yaygı olarak kullanılan kilimlerin dokunması geleneği hala devam etmektedir. Köyde kilimler pazarlamaya yönelik değil, ihtiyaca cevap verecek ölçüde üretilmektedir. Egemen köyünde dokunan kilimlerde kullanılan desenlere; eğerkaşı, kaşı çatkılı, zili(sürekli),minareli gibi desenleri örnek olarak verebiliriz.
Bir başka örnek; Dedeler köyünde kilim, çul, çuval dokunmakta, bunun yansıra çulfalık denilen tezgahlarda savan dokumaları da yapılmaktadır. Dokuma İşlemi burada da eskiye oranla daha azdır. Dedeler köyünde de dokunan kilimli de kendine has desen özellikleri görülür.
Dedeler köyü kilim desenlerine örnekler: Tahtalı, ayaklı, sulu, buturaklı, yare küstü, sülüklü, almalı, balıklı vb. Karadiken köyünde ise çul dokumalar yapılmaktadır. Çul dokumaların özelliği, dokumaların keçi kılından yapılmasıdır. Bu çulların desen özellikleri ve isimleri Karadiken köyüne özgüdür.
Desen isimlerine örnekler : Egeli, Buturaklı, Çaprazlı, Kartal kanadı, Su motifleri. Yukarıda verdiğimiz köy örneklerini çoğaltmak mümkün. Karakütük, Böğrüeğri, Sağlıklı, Göçük, Taşobası, Alibeyli, Cinköy, Belen, Pirömerli gibi köylerimizi sayabiliriz.
Yörede kilim dokuma, ıstar denilen ilkel tezgahlarda yapılmaktadır. Kullanılan araçlar da aynıdır. Yalnız kullanılan malzemeler, yapılacak dokuma eşyalara göre değişmektedir. Kilimler, seccadeler, kilim yastıklar, kilim heybeler, kilim minderler, kilim paspaslar, kilim çuvallar, duvar kilimleri, yaygı kilimler, yünlerden, çullar ise genellikle keçi kılından yapılmaktadır. Dokuma tekniği, kullanılan boyalar, boyama tekniği ve iplerin dokumaya hazırlanması tekniği yörede genellik arz etmektedir.
Dokunan kilimler her ne kadar ihtiyaca yönelik dokunsa da, sipariş talebi ile gidildiğinde dokunabileceği tespit edilmiştir. Kilim ve çul dokumasında kullanılan ;
ARAÇLAR : Istar denilen tahtadan yapılmış tezgahlar, (Halı tezgahının ilkel şekli), yay ve bu yaya bağlanan hayvan bağırsağından yapılan kiriş denilen ince ip, yün tarağı,kirman, yün oklavası, çıkrık ve demirden yapılan dokunan kilimi sıkıştırmada kullanılan tarak, cimbar.
GEREÇLER: Koyun yünü, pamuklu ipler, keçi kılı, önceden dokunmuş desenler, kök boyalar ve suni boyalar.
BOYAMA: Piyasada satılan hazır boyalarla yıkanıp, kurutulup taranan veya yayla atılan yünler boyanır. Bunun yanı sıra tabii boyalarla da boyama yapılır. Tabii boyalar ceviz kabuğu, asma yaprağı, nar kabuğu, soğan kabuğu, çay, saman vb. ile yapılır. Tabii boya ile yapılan yünlerin boyalarını sabitleştirmek için asma dallarının yakılarak elde edilen külü ile su hazırlanıp, durulan suda boyanan yün bekletilir. Sudan çıkarılan yünler kurumaya bırakılır.
TARSUS’TA OYACILIK
Türk el sanatları içinde sanat yönü en ağır basan dalların başında oyacılık gelir. Oyacılık; ilçemiz kültürünün ve el sanatlarının çok renkli bir yönünü oluşturur. İlçe merkezinde bu el sanatı ile uğraşan ve pazarlamaya yönelik çalışıp, bu yolla hayatlarını kazanan pek çok kadın veya genç kız olmasına rağmen, eskiye oranla bugün bu işi yapanların sayısı azalmıştır.
Bu el sanatı ile uğraşı belli yörelerde odaklanmış, bu işin seri üretimi yapılmakla birlikte, bu seri üretim ifadesine Tarsus geneli için kullanamıyoruz. Örneğin Namrun yöresinde iğne oyalarının zengin bir kültürel varlık olduğu gözlenmekle birlikte Kamber Hüyüğü köyü ve çevresinde bu el sanatı ile uğraşı daha az yoğunluktadır.
ilçe bazında yapılan oya türleri, işleme aracı bakımından 4 gruba ayrılmaktadır:
İĞNE OYALARI: Adından da anlaşılacağı üzere işleme aracı iğnedir. Kullanılan malzeme: ipler (ibrişim, naylon, misina), pul ve boncuktur. Misina günümüzde yapılan iğne oyalarının şeklinin düzgün durmasını sağlamada kullanılmaktadır. Eskiden misina yerine atların kuyruklarından aldıkları kıllar kullanılmaktaydı. iğne oyaları kulanım alanı bakımından çeşitlilik arz eder.
Kullanım alanlarına örnek verecek olursak; en çok yazma ve mevlüt örtüsü, fular, bantlar, yaka çiçekleri oda takımları, karyola takımları, masa örtüleri vb. Kullanılan kumaş özellikleri bakımından ince kumaşlara uygulanmaktadır. Kumaşlara örnek olarak da; yazma, demor, birman, ipek vb. sayabiliriz. Uygulanacak kumaşın özelliğine göre iplik kalınlığı ayarlanır.
TIĞ OYALARI: Tığ oyalarında kullanılan araç tığdır. Gereç olarak sadece ip, boncuk ve pul kullanılmaktadır. Kullanılan iplerin özellikleri; pamuklu, keten, ipek, yün, orlon’dur. Kullanıldığı alanlar; Masa örtüleri, karyola , yatak örtüleri, yastık örtüleri, namaz örtüleri, iç giyim eşyaları, perdeler, şallar, yazmalar, baş örtüleri vb.
MEKİK OYALARI: Adından da anlaşılacağı üzere mekikle yapılır. Kullanılan iplikler çeşitli pamuklu ve keten kotonlar, naylon iplerdir. Kullanıldığı yerler; baş ör, yazmalar, oda takımları, iç giyim süslemeleridir.
FİRKETE OYALARI: Araçları firkete ve tığdır. Gereçleri; ip, boncuk ve puldur. Firkete ve tığ yardımı ile yapılan güzel bir iştir. Firkete oyaları yazma kenarları, kalın yün iplerle şallar, masa örtüleri vb. Oyaların işlemeciliğinde, yapılan oyalara çeşitli isimler verilir. Bu isimler bazen tabiattan alındığı gibi, bazen de sevdayı, sılayı, hasreti, mutluluğu, kederi vb. çeşitli düşünceleri yansıtan isimler olmaktadır.
Oyalara isimlerine örnekler verecek olursak; Papatya, Karanfil, Nergis, Mandalina Çiçeği, Adalya, Isırgan çiçeği, Dağ menekşesi, Dilber dudağı, Sümbül, Kütüle, Elma çiçeği, Damat bohçası, Dutlu, Yayla yolları, Kalpli, Coşturan, Arpa çiçeği ve benzerlerini verebiliriz.
TARSUS HALK OYUNLARI
YAĞLI KEMER: Daha çok Tarsus-Adana yöresinde oynanır. Oyun düğün eğlenceleri içerisinde ve genellikle erkekler tarafından oynanmaktadır. 3’lü figür düzenine sahip olup, yöremiz ova oyunları statüsündedir.
TARSUS ÜÇAYAK HALAYI: Klasik üçayak düzeninde üçlü figürlerle uygulanır. Mertliği ve kahramanlığı sembolize eder. Ayak figürleri dik başlılık, azamet ve vakur olma duyguları verir.
TARSUS HALAYI: Yörenin ovalık ve dağlık bölgelerinde bütün halayların sonunda final i niteliğinde oynanır. Oyun başlama düzeni eller yandaki oyuncu ile birbirine kenetlenir ve ritimle eğip kalkılır, bu esnada “ABO” çekilir. Yavaş, diz hareketleri ile devam edip oyun ilerledikçe hızlanır. Uzun yıllardan bu yana yöreye gelen tarım işçilerinin zamanla yöredeki eğlence ve düğünlerine katılmaları sonucunda ortaya çıkan bir oyundur.
SEHMENİ OYUNU: Yöre ovalık kesiminde oynanır. Denize yakın olan köylerimizde Aliağa, Çataltepe, Deliminnet, Aliefendioğlu ve Yeşilkuyu’da hala oynanmaktadır. Oyun dörtlü figür düzeninde olup yavaş ve hızlı olarak iki ritmle uygulanmaktadır. Oyun efsanesi ile ilgili çalışmalar devam etmektedir.
MENGİ OYUNU: Oyun yöremiz dağlık kesimleri Türkmenlerinin bir bölümü menge, mengi veya büyüğe saygı diye adlandırdıkları semah tarzda icra edilen bir oyun türüdür. Eski Türkmen eğlencelerinin en baş oyunudur. Oyun oymak beyinin veya oymağın en yaşlı ve reisi durumunda bulunan kişiye sırtını dönmeden bir tür saygı belirtilen el figürlerine dayanır. Sade kadınlar oynadığı gibi erkekli kadınlı çiftli olmak üzere de uygulanabilir. Yöremiz Kaburgediği, Çamalan köylerinde halen oynanmaktadır.
SAYA HALAYI: Yöremiz dağlık kesimlerinde bir tür kahramanlığı sembolize eden kolların omuzlara atılıp sert ayak figürleriyle uygulanır. Oyun ismini dağlık kesimlerde sıkça rastlanan yumuşak türde saya denilen düz taşlardan almıştır. Ayakla oynandığı için müziksiz, sadece ritmle de oynanabilir. Oyun erkekler tarafından oynanmaktadır.
HANIM KIZLAR: İlçemiz ova köyü olan ancak şimdi bir çiftlikten ibaret kalan Badnis köyüne Ceyhanlı Aşık Ferrahi uğramış, sabahın erken saatlerinde pamuk otu döğmeye giden beli peştamallı, başları yüzlerini alından gölgelik yapan kızları, bir eğlence sırasında aynı kızların İş kıyafetlerini değiştirip nasıl güzelleştiklerini sazıyla anlattığı esnada bir grup kızın ellerini serçe parmaklarına takarak yana, öne ve arkaya 4’lü figürle oynamaları ile meydana çıkmıştır.
KARGI OYUNU: Eski eğlencelerimizde erkeklerin kendi aralarında rekabete dayanan ve çeşitli iddialarla uyguladıkları bir oyundur. Gerek çizgi konumunda gerekse daire formunda iken elinde kargı bulunan bir oyuncunun çizgide veya dairede bulunan diğer bir oyuncuyu kovalayıp yakalayınca da sırtına kargıyı vurması ve yakalananın dönüp aynı olayı tekrarlaması ile devam eder. Çabukluk ve beceri isteyen bir oyun türüdür.
ARABİ ÇİFTE TELLİSİ: Yöremizde eğlence olarak yapılan küçük ve büyük her türlü toplantıların değişmez ve vazgeçilmez oyunlarındandır. Oyunun en büyük özelliği vücudun bütün bölümlerinin oyuna İştirak edecek olmasıdır. Oyun bitişik düzende halay olarak uygulandığı gibi tekli, çiftli ve grup halinde de icra edilebilir. Adını Yöreye Suriye ve Mısır’dan tarım işçiliği yapmaya gelen insanlarımızdan alır.
Bölgemizin Çukurova toprakları içerisinde olması sebebiyle Adana, Maraş ve Hatay il ve ilçelerinin birçokları ile ortak oyunları bulunmaktadır. Bunlara Şirvani oyunu, Kırıkhan, Cihan Garibi, Köylü Kızı, Adanalı gibi oyunları örnek gösterebiliriz.
YÖRESEL GİYİM VE KUŞAM
Yöremiz giysi çeşitleriyle de oldukça zengindir. Köylerimizde özellikle yazın şalvar ve üzerine uzun kollu yakasız renkli bluz giyilir. Başa işlemesiz veya renkli boncukla işlenmiş tülbentler bağlanır. Yöremizde özellikle dağlık kesimde kadınlarımızın geçim kaynağı durumunda olan iğne oyası yağlık denilen tülbentlerin kenarlarına geçirilip örtünülür, Erkekler ceket ve kasket kullanırlar. Kışın yaşlı kadın ve erkekler boyunlarına çalma denilen geniş ve uzun boyun bağı bağlarlar. Yörük kadınları üçetek denilen elbiselerini giyerler. Altında göz alıcı renklerden yapılmış şalvar giyerler. Bluz yerine ceket giyerler. Başlarına poşu bağlarlar. Erkekler siyah şalvar, dokuma dik yaka gömlek üstüne kumaş yelek, bele kuşak sararlar. Siyah sivri burunlu ayakkabılar giyerler. Köstekli saat, yelek üzerinde tesbih eldedir.
Kadınlar “araplav” denilen parlak kumaştan dikilmiş bluz üzerine kalın kumaş ve pamukla sırınmış aba giyerler. Bele peştamal adı verilen yün dokunmuş kuşak sararlar. Ayakta nakışlı çorap ve yemeni vardır. Baştaki örtü ince katlanıp alından sarılır. Bilezik ve beşibirliler bu giysilerin aksesuarlarıdır.
Yukarıda saymaya çalıştığımız giysiler gerek erkeklerde, gerekse kadınlarda yöremiz giysileri olarak farklılık göstermesinin sebepleri çeşitlidir. Bunlardan en önemlisi ovada yaşayan köylü erkeklerin ve kadınların giysileriyle dağ yönündeki erkek ve kadınlarımızın giysileri oldukça farklıdır. Buna Toroslarda yaşayan oba giysilerini de katabiliriz. Sahile yakın olarak ince giyilen giysiler yukarılara çıktıkça değişip hem kalın hem de gösterişli bir giysi şeklini alırlar. Bu giysiler halen bir çok köylerimizde rağbet görürken şehre yaklaştıkça bu giysilerin artık pek kullanılmadığı görülmektedir.
YÖRESEL ÇALGILARI
Tezeneli sazlardan bağlama çeşitleri, üflemeli sazlardan zurna ve kaval çeşitleri ile çoban düdükleri, vurmalı sazlardan davul, def, deblek, kaşık, zil çampara, zilli maşa, yaylı sazlardan kemanedir.
YÖRESEL TÜRKÜ VE MANİLERİ
Türkü örnekleri:
KELE TEYZE
Kele teyze de kele teyze
Ben yoruldum geze geze
Üç kızının birini bana versen
Ne olurdu hanım teyze.
Olur mu ola olur mu ola
Kavil yerini de bulur mu ola
Yollarına tuzak kursam
Kara gözlüm gelir mi mola
Evlerinin önü de nar ağacı
Kimi tatlı da kimi acı
Kurban olam da kele bacı
Vermen beni Tarsusluya
Mani örnekleri:
Tabakta portakalsın
Sözüm burada kalsın
Yılda bir kabrime gel
Toprağın kokum olsun
Portakalım tekerlendi
Yedik sıra şekerlendi
Portakalım taş üstüne
Ne söylesin başüstüne
Bir incecik çay akıyor
Hadi- gidip bakalımın
Gurbete bir kız gidiyor
Kınasını yakalımın.
Atladı geçti eşiği
Sofrada kaldı kaşığı
Çıktı bu evin yakışığı
Kız kınan kutlu olsun
Biner atın iyisine
Gider yolun doğrusuna
Kız anam yazgın buymuş
ALLAH’ta böyle buyurmuş.
Kaynak: İçel Kültürü Dergi, Sayı:13, Mersin Halk Eğitim Merkezi Yayın Organı, 1991
TARSUS EFSANELERİ
ŞAHMERAN EFSANESİ
Halk arasında “Şahmeran” veya “Şahmaran” olarak bilinen insan başlı, yılan gövdeli bu mitolojik yaratığın adı, Farsça “yılanların şahı” anlamına gelen “Şah-ı mârân”dan gelir. Bununla birlikte Ashâb-ı Kehf efsanesindeki yedi kişiden, adı “hükmetmek, hükümdar olmak” anlamına gelen “Yemliha”, Şahmeran’ın adlarından biridir.
Şahmeran Efsanesinin Tarsus, Ceyhan-Misis ve Mardin varyantları bulunmaktadır. Mardin yöresine ait efsanede Şahmeran dişi olarak tasvir edilirken Tarsus’ta hem dişi hem de erkek olarak farklı anlatımlar bulunmaktadır.
ŞAHMERAN ve LOKMAN HEKİM
(Erkek Şahmeran)
Lokman odunculuk yaparak evin geçimini sağlamaktadır. Bir gün yine odunlarını satmış, yorgun bir şekilde evine dönerken yolun ormanlık tarafında bir inilti duyar. Sesin geldiği yöne doğru gittiğinde burada üst tarafı insan alt tarafı yılan olan bir yaratığın yaralı olduğunu görür. Korkup geri döneceği sırada bu yaratık, korkmamasını, kendisine yardım etmesini, bu iyiliğinin karşılığını birgün mutlaka alacağını söyler.
Lokman, Şahmeranı kucağına alır ve onu, söylediği yoldan bir mağaranın önüne getirir. Şahmeran, bir şeyler fısıldayınca mağaranın kapısı açılır, kapıdaki kara yılan şahmeranı hemen saraya götürür. Çok güzel bir yer olan bu yerde, yılanların şahı kısa sürede iyileşir. Lokman da kırk gün bu sarayda kalır ve bu sürenin sonunda artık evine gitmek ister.
Şahmeran, gördüklerini kimseye anlatmaması konusunda kendisinden söz ister ve ardından ölümünün bir insan elinden olacağını, bunu bildiğini, ölüm haberini aldığında nelerin yapılması gerektiğini, ayrıca neyin hangi hastalığa iyi geldiğini, ilaçların nasıl hazırlandığını Lokman’a tek tek anlatır, sonra da onu serbest bırakır. Lokman evine döndükten sonra bambaşka bir insan olur, bütün zamanını okuyup yazmaya, yeni şeyler öğrenmeye ayırır.
Aradan uzun bir zaman geçer. Şahmeran, sarayındaki billur suda evrenin güzelliklerini izlerken Tarsus padişahının kızını görür ve hemen o anda âşık olur. Yemeden içmeden kesilir. Günün birinde kızın hamama götürüldüğünü anlayınca onu daha yakından izleyebilmek amacıyla kendisi de gizlice hamama gider. Ancak hamamın ıslak mermerleri üzerinden kayıp düşünce kızın hizmetkârları tarafından fark edilerek göbek taşı üzerinde öldürülür.
Şahmeranın öldürüldüğünü öğrenen Lokman Hekim, hemen hamama gelir. O sırada Tarsus padişahının hastalandığını, müneccim başının baktığı fallardan padişahın ancak şahmeranın etinin suyundan içerse iyileşebileceği haberini duyar. Vezir, şahmeranın olağanüstü güçlerini bildiği için padişah için gerekli ilacı kendisi hazırlamak ister, ancak asıl amacı zehirli kısmın suyunu padişaha içirmek, sonra da padişahın kızıyla evlenerek Tarsus’a hükmetmektir. Lokman da ilacı kendisi hazırlamak ister, sonunda bu görev padişah tarafından Lokman’a verilir.
Lokman, Şahmeran’ın daha önceden kendisine anlattığı gibi cansız gövdeyi üçe böler, her parçayı ayrı ayrı kaynatır. Bu parçalar kaynarken her biri hangi hastalığa iyi geleceğini söylemeye başlar. Bu sırada vezir gelerek, insanlara olağanüstü güçler veren parçanın suyunu ister. Lokman, vezirin kötü niyetini anlar ve ona kuyruk suyundan verir. Vezir, bunu içer içmez ölür. Gövdenin suyunu kendisi içer, baş kısmının suyunu padişaha içirerek onun iyileşmesini sağlar.
Lokman, saraydan ayrılıp kırlarda dolaşırken birden çiçeklerin, bitkilerin dile geldiğini ve hangi hastalığa iyi geldiklerini söylemeye başladıklarını duyar. Lokman, bütün bunları defterine geçirince dönemin en iyi hekimi olur.
Kaynak: ÇIBLAK,N (2007), Tarsus Kültürünün Tanıtımında Şahmeran Efsanelerinin Önemi. ÇÜSBE Dergisi
ŞAHMERAN ve CEMŞAB
(Dişi Şahmeran)
Bu efsane Tarsus’ta geçmektedir. Bu bölgede yaşayan yılanlara Meran denilmektedir. Barış içinde yaşayan yılanlar akıllı, şefkatli olmaları ile bilinirler. Kraliçelerine ise Şahmeran denilmektedir. Şahmeran’ı gören ilk insan Cemşab, odun satarak geçimini sağlayan fakir bir ailenin oğludur. Cemşab, bir gün arkadaşları ile birlikte bir mağaraya giderek bal çıkarmak isterler. Arkadaşları, açgözlülük yapar ve daha çok bal alabilmek için Cemşab’ı mağarada bırakırlar.
Cemşab, mağarada iken çevreye bakınır ve içinden ışık sızan bir deliği fark eder. Cemşab, bıçağı ile bu deliği genişletmek için oymaya başlar. Genişleyen delikten içeri doğru bakar. Güzel bir bahçe görür. Bu bahçede eşsiz çiçekler, havuz ve pek çok yılan vardır. Yıllar boyunca burada yaşayan Cemşab, Şahmeran’ın güvenin kazanır. Cemşab, zamanla ailesini çok fazla özlemeye başlar. Bunu gören Şahmeran, kimseye yerini söylememesi koşulu ile onun gitmesine izin vereceğini söyler.
Cemşab, Şameran’a verdiği sözü uzunca bir süre tutar. Şahmeran’ın yerini padişah hastalanıncaya kadar hiç kimselere söylemez. Şahmeran ile aralarındaki sırrı tutar. Vezirin, padişahın iyileşmesi için Şahmeran’ın etini yemesi gerektiğini söylemesi ile her şey değişir. Cemşab, bunu öğrendikten sonra Şahmeran’ın yerini gösterir. Cemşab’ın üzgün olduğunu gören Şahmeran, onu kaynatıp suyunu vezire içirmesini etini ise padişaha yerdirmesini söyler. Vezir ölür, padişah iyileşir. İyileşen padişah, yaptığı iyilik için Cemşab’ı veziri yapar. Şahmeran’ın öldüğünü duyan yılanlar ise Tarsus’u istila eder.
Bir başka rivayete göre ise Şahmeran’dan tıp bilimine dair çok fazla bilgi edinen Cemşab, aslında Lokman Hekim’dir. Lokman Hekim efsanesinde bir adam tesadüfen mağaraya girer. Daha sonra mağarada yaşayan yılanlar tarafından Şahmeran’ın yanına götürülür. Şahmeran ona yerini bildiği için onu tekrar yeryüzüne salamayacağını söyler. Zamanla Şahmeran’ın güvenini kazanarak Şahmeran tarafından ailesine geri dönmesi için serbest bırakılır. Fakat artık Şahmeran’ı gördüğü için vücudunu pullar kaplamıştır. Bu sebeple Şahmeran ona, vücudunu kimselere göstermemesi gerektiğini söyler.
Padişahın kızı hasta olur. Onunla evlenme hayali kuran vezir, büyücüleri toplar ve hastalığına çare olmalarını ister. Büyücülerden biri, Şahmeran’ın vücudundan bazı parçaların kaynatılıp içilmesi ile padişahın kızının iyileşeceğini söyler. Bunun üzerine vezir harekete geçer ve Şahmeran’ı gören kişileri bulmak için vücudu pullu kişilere yönelik araştırmalar yaptırır. Sonunda Şahmeran’ı gören kişiyi bulur. Bu kişi Şahmeran’ı öldürmek için mağaraya gönderilir.
Şahmeran adamdan yılanların öç almaması için ölümünü gizli tutmalarını söyler. Kuyruğunu kaynatıp vezire, gövdesini kaynatarak padişahın kızına içirmelerini tembihler. Kuyruğunu kaynatıp vezire içirirler vezir ölür. Gövdesini kaynatıp padişahın kızına içirirler ve kızı iyileşir.
Heykeltıraş Emine Berika İpekbayrak’ın Tarsus Makam Meydanında yer alan eserinde erkek olarak tasvir edilmiştir.
Resimlerde genellikle dişi olarak tasvir edilmektedir.
GÜLEK EFSANESİ
Çok eskiden Çukurova’da iyi kalpli bir padişah yaşarmış. Her insanın bir derdi olduğu gibi padişahında bir derdi varmış. Padişahın kız çocuğu yokmuş. Her gün Allah’a bir kız çocuğu vermesi için dua edermiş. Dileği kabul edilen padişahın vakti saati gelince nur topu gibi bir kız dünyaya gelmiş. Bu sevinçli haber hemen padişaha müjdelenmiş. Padişah müjdecilere hediyeler dağıtarak Ulu Tanrı’ya şükretmiş.
Vezirini yanına çağırtarak demiş ki: Değerli vezirim. Şu ihtiyar yaşımda Yüce Tanrı’nın emriyle bir kızım oldu. Şu anda, dünyada benden mutlu insan yoktur. Ülkemde 40 gün 40 gece davul çalınacak. Sarayımın kapısı herkese açık olacak. Herkes eğlenecek.
Vezir sarayda gerekli hazırlıkları yapmış. Padişahın bir kızı olduğunu duyan halk çok sevinerek kırk gün kırk gece eğlenmiş. Koyunlar, develer kurban edilmiş. Başta padişah olmak üzere bütün ülke bu mesut olayı kutlamış.
Günler haftaları, aylar yılları kovalamış. Prenses büyümüş. Büyüdükçe güzelleşen prensesi ülkenin halkı da çok seviyormuş. Çünkü prenses güzel olduğu kadar alçak gönüllü ve iyi kalpliymiş. Fakirlere, hastalara yardım edermiş. Bunun için halk sevgili prensesin her dileğini yerine getiriyormuş.
Günün birinde Çukurova’ya bir bilici gelmiş. Halk akın akın biliciye gidiyormuş. Bilicinin ününü duyan padişah onu sarayına çağırtarak biricik kızının geleceğini öğrenmek için geleceğine bakmasını söylemiş. Bilici gördüklerinden dehşetle irkilerek geri geri çekilmiş. Padişah bilicinin hareketlerinden şüphelenmiş ve endişeye kapılıp gördüklerini kendisine söylemesini emretmiş.
Falcı padişaha dönerek: Padişahım, kızınız günün birinde bir ejderhe yılan tarafından öldürülecek. Bu alın yazısını hiç bir şey bozamayacak. Hatta siz bile bu kötü kaderin önüne geçemeyeceksiniz demiş.
Padişah biliciden duyduğu bu sözler karşısında çılgına dönmüş. Kızını ejderhadan korumak için her çareye baş vurmuş. Kızına bir şey anlatmayan baba, üzüntüsünden için için erimiş. Nihayet padişah Toros dağlarının geçit verdiği Gülek Boğazının hemen yanında yükselen tepeye sağlam bir saray yaptırmış. Bu saray o şekilde yapılmış ki; değil yılan, bir karınca dahi içeri girecek yer bulamazmış.
Padişah kızını bu sarayda bir müddet kilit altında yaşatmış. Güzel prenses esir gibi yaşamanın sonucu olarak, gün geçtikçe sararıp solmuş. Prenses burcu burcu kekik kokan, sümbüllerin, papatyaların öbek öbek süslediği dağlarda dolaşmayı çok arzu ediyormuş.
Babasına bir gün demiş ki: Babacığım, izin verirsen biraz kırlarda dolaşmak istiyorum. Babası çok sevdiği biricik kızının isteğini kıramamış. Şu zamana kadar hiç bir tehlikenin olmadığını düşünen padişah kızına dönerek: Sevgili kızım. Senin kırlarda dolaşmanı, gülüp oynamanı ben de isterim. Saraydan çıkarken yanına muhafız almayı unutma. Bu sözümü yerine getirirsen arada bir kırlarda dolaşabilirsin. Prenses muhafızlarla birlikte kırlarda dolaşmaya gitmiş.
Ancak, bir gün dağda tek başına dilediği gibi gezmeyi istemiş ve gizlice saraydan kaçmış. Soğuk pınarlardan ceylanlarla birlikte su içmiş. Kartalların yaşadığı ve geyik sürülerinin gezdiği ıssız kayalıklarda bir müddet dolaşmış. Kır çiçeklerinden bir kucak toplayarak başına çelenk örmüş. Söylediği şarkıları esen dağ yeli çok uzaklara götürmüş. Yalnız çiçekten çiçeğe konan arıların vızıltıları ile ağustos böceklerinin geveze sesinden başka bir ses duyulmuyormuş. Prensesin hayatından memnun olarak etrafını seyrettiği anda bir ejderha yardan yukarı tırmanıyormuş. Prensesin ejderhadan haberi yokmuş.
Arkasında hafif bir hışırtı işiten prenses başını geriye doğru çevirince korkudan sapsarı kesilmiş titremeye başlamış. Çünkü anlatılamayacak büyüklükte bir ejderha kendine doğru hızla kıvrılarak geliyormuş. Prenses hemen geriye dönerek kaçmaya başlamış. Fakat ejderha o kadar hızlı geliyormuş ki prenses çok uzağa kaçamamış. Kızın koşarken dikenler narin ayaklarını kanatıyor, taşlar yuvarlanıyormuş. Yılandan kurtulamayacağını anlayan zavallı kızın gözlerinden yaşlar boşanmış.
Ellerini göğe kaldırmış: Ulu Tanrım, beni böyle bir ejderhaya yem etme. Beni şu anda taş kes, diye feryat ederek Allah’a yalvarmış.
Babasının sözünü dinlemeyip, yanına muhafız almadığına pişman olmuş. Dileği o anda Allah tarafından kabul edilmiş. Genç kız ile ejderha oldukları yerde taş kesilmişler.
Çukurova’nın İç Anadolu’ya geçerken Toros dağları size Gülek Boğazı yoluyla geçit verir. Boğaza girmeden sol taraftaki yüksek tepenin sarp ve dik inen yarına “ Yılanlar Kayalığı” denir.
Yardaki ejderhanın taşlaşmış vücudunu aşağıdan bile görebilirsiniz. Eğer prensesin taş kesilmiş halini görmek isterseniz, tepenin diğer yamacındaki Gülek köyüne gitmelisiniz. Köyden kayalığın tarafına geçerseniz kızın taş kesilmiş heykelini de görebilirsiniz. (Araştırmacı Şahin ÖZKAN)